Cumhuriyet Kurultayı

16 Nisan tarihinde Cumhuriyet, üstelik anayasa değişikliği adı altında, şimdiye kadarki en büyük saldırıya muhatap kaldı.

16 Nisanda, Anayasa değişikliği yolu ile Cumhuriyetin niteliklerinin içi boşaltıldı.

Cumhuriyet ve nitelikleri, artık kağıt üzerinde yazıldığıyla kaldı.

16 Nisanın yarattığı sorunlar her geçen gün artarak devam ediyor.

Bu gidişe dur demenin yolu eleştirinin ötesine geçmekten, eylemden, somut bir adım atmaktan geçiyor.

Yaşananlara karşı koymanın etkili yolu örgütlenme olmakla, bu noktada en örgütlü yapı olarak CHP adı ister istemez öne çıkıyor.

CHP’nin bu süreçte en etkin olarak yer alabilmesi ise kurultayını toplayabilmesi ile olanaklı.

Olağan kurultay sürecinin bir taraftan işlemesi engel görülmeyerek, böyle bir kurultaya CHP, hukuk ve demokrasiye sahip çıkan tüm demokratik kitle örgütlerinin katılımı için de çağrı yapmalı.

Hukuk ve demokrasi için varım ve buradayım diyen her örgüt nerede durduğunu bu kurultayda yer alıp almamakla ortaya koymalı.

İktidarın gücünü, kendisinden değil, Cumhuriyete, hukuk ve demokrasiye bağlı güçlerin dağınıklığından aldığı unutulmamalı.

Bu nedenle, Cumhuriyete, hukuk ve demokrasiye bağlı güçleri bir araya getirecek bu gibi adımları atmaktan ve de artırmaktan geri durmamalı.

Bu gibi birliktelik ve dayanışma, toplumsal muhalefeti zirveye taşıyacağı için, ülke gündemini belirlemede muhalefet tartışmasız olarak en ön sırada yer alacaktır.

Artık bu gibi adımlar atılınca iktidar da muhalefetin arkasından baka kalacaktır.

Kurultay denilince akla sadece seçim gündemli Kurultaylar gelmemeli.

CHP, bir siyasi parti olarak farkını ortaya koyarak, sadece siyasetin konuşulacağı bir kurultay toplayabilmeli.

Yaşananlar karşısında, Türkiye’yi, Cumhuriyeti, Türkiye’nin nereye gittiğini, ilke ve değerlerini, bunlara nasıl sahip çıkılacağının konuşulacağı görüşüleceği bir kurultay yapabilmeli.

Bu gündemle bir kurultayı bu ortamda bile toplayamıyorsa ne zaman toplayabilecek.

Seçimli bir kurultayda her zaman seçim konusu öne geçmekle, bu konular ister istemez her yönüyle tartışılıp görüşülemiyor.

Bu nedenle gündeminde sadece bu konuların yer alacağı bir olağanüstü kurultay toplanmalı.

Böyle bir Kurultay en az bir hafta sürmeli.

Türkiye’nin nabzı orada atmalı.

İlke ve değerlere sahiplenmek sadece söylemde kalmamalı.

Söylemde kalmamasının yolu da beklentilerin öne çıkacağı değil, mücadele ve yol haritasının ortaya konulacağı, karara bağlanacağı olağanüstü kurultay toplamak olmalı.

Bu kararlar, bir kişinin veya dar bir yönetim kadrosunun değil, her türlü görüşmenin sonucunda genel kabul gören ve geniş bir uzlaşma ile ortaya çıkmalı.

Kararlar, bu içerikte ve bu yöntemle ortaya çıkınca, daha geniş bir tabana hitap eden ve  daha geniş bir alanda uygulanan kararlar olacaktır.

Bu şekilde genel kabul gören kararlara, toplum sahiplenecek, bu toplumsal kabullenme ve toplumsal karşılık ise, mücadelenin daha kararlı yapılmasını sağlayacaktır.

Cumhuriyet her geçen gün kırmızı çizgilerinden uzaklaştırılırken, yeşil ton giderek daha çok öne çıkarken, artık bir Cumhuriyet Kurultayı toplanabilmelidir.

Böyle bir dönemde Cumhuriyet Kurultayı toplanmayacaksa, toplanamayacaksa ne zaman toplanacaktır.

Gelinen noktada iktidarı denetleyen bir yasama organı kalmamıştır.

Yargı organı, adaleti sağlamaktan uzaklaşmış, iktidarın elinde silah haline dönmüştür.

Basın, halka gerçekleri aktaran değil, iktidarın sesini duyuran bir duruma sürüklenmiştir.

Muhalefetin siyasal denetim yolları tıkanmıştır.

Bu tablodan elbette çıkılacaktır ve bu çıkış kuşkusuz halk ile olacaktır.

Bu çıkışı halk ile yapabilmek için de halk ile bütünleşmeyi sağlayacak bir Cumhuriyet Kurultayı gecikmeden atılacak olmazsa olmaz bir adımdır.

Erdoğan ve 12 Eylülden Beslenen Siyaset

16 Nisandaki halk oylaması ile bir rejim değişikliği yaşandı.

Anayasa değişikliği adı altında, gerçekte bir anayasa değişikliği değil, anayasaya şimdiye kadar ki en büyük saldırı yapıldı.

Halkoylaması yoluyla anayasada yapılan bu değişiklikle, Cumhuriyet ve nitelikleri ile ilgili Anayasadaki değiştirilemez maddelerin içi boşaltıldı.

Anayasanın değiştirilemez maddeleri, öylece kağıt üzerinde yazıldığı ile kaldı.

Anayasada Cumhuriyet ve nitelikleri ile ilgili hükümlerle, kula kulluk yok edilip, herkesin yaşam hakkı ve de Cumhuriyetin devamlılığı korunmakta iken, şimdi bu maddeler tek adamın iradesini esas alır niteliğe dönüştü.

Anayasa demek, uzlaşmak demek, iktidarın iradesini sınırlandırmak, kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına almak demek.

Bu nedenle doğası gereği anayasalar, iktidarın tek başına, sadece kendi gücü ile değil, geniş bir katılımla, uzlaşma ile yapılabiliyor.

Anayasaların değiştirilmesi de aynı biçimde gerçekleştirilebiliyor.

Bu bağlamda TBMM’deki değişiklikler de, nitelikli çoğunlukla söz konusu olabiliyor.

16 Nisan halkoylamasıncan çıkan sonuçlar karşısında, bir anda herkes yıllardır yapılmayan bir tartışmaya odaklandı.

O tartışma ise, TBMM’de anayasa değişikliği nitelikli çoğunlukla, yani uzlaşmaya dayanan geniş bir tabanla yapılabilirken, halkoylamasında neden nitelikli çoğunluk aranmadığı yolundaki haklı bir tartışma idi.

Anayasa değişikliklerinde bir yöndem olarak halkoylamasının benimsenmesi, halkoylamasında da nitelikli çoğunluk öngörülmemesi, Türkiye’yi 16 Nisan sonuçları ile karşı karşıya bırakmıştı.

İşin ilginci anayasa değişikliklerinde söz konusu olan bu yöntemin mevzuatımıza girişi irdelendiğinde, bu konunun da altından, siyasetin her türlü sorunlarıyla bugüne kadar gelmesinde rol oynayan 12 Eylülün çıkmasıydı…

12 Eylülün yarattığı sonuçlardan kurtulmak adına, yeter ki 12 Eylülün antidemokratik sonuçları ortadan kalksın da nasıl kalkarsa kalksın anlayışı, anayasa değişikliklerinde halkoylamasının bir yöntem olarak getirilmesine neden oldu.

İşte gidilen halkoylamasında da 16 Nisan sonuçları ortaya çıktı.

1961 Anayasası, TBMM’de kabulü sonrasında halkoylamasına sunuldu.

Bu Anayasada, bir anayasa değişikliğinin, sadece TBMM üye tamsayısı yönünden öngörülen bir nitelikli çoğunluk ile yapılabileceği benimsendi.

Herhangi bir biçimde halkoylaması ile anayasayı değiştirmeyi olanaklı kılan bir hükme yer verilmedi.

1982 Anayasası da, TBMM’de kabulü sonrasında halkoylamasına sunuldu.

1982 Anayasasının ilk metninde anayasanın değiştirilmesine ilişkin maddede, halkoylaması bir yöntem olarak yer almadı.

12 Eylülcüler, siyaseti 12 Eylül darbe nedenleri arasında gösterdikleri için, siyaset alanını yeni baştan düzenlediler.

Bu alanı kendilerince düzenlerken, 12 Eylül ve öncesi dönemde siyaset yapanlar hakkında, belirli sıfat ve konumda olanlar için beş yıl, belirli konumda olanlar için ise on yıl siyaset yasağı getirip, bu hükmü anayasaya da koymuşlar ise de, uygulanan bu yasak toplumda büyük bir tepki topladı.

12 Eylülün getirdiği siyasi yasakları kaldırmak istemeyen dönemin iktidar partisi ANAP, bu yasakları kaldıracaksa halk kaldırsın diyerek, siyasi yasakların halkoylaması ile kaldırılmasına yönelik olarak 1987 yılında bir anayasa değişiklik teklifi getirdi.

Bu düzenlemede anayasada yer alan, “anayasanın nasıl değiştirileceğine ilişkin” maddenin de değiştirilmesi öngörüldü.

Anayasa değişikliklerinde de halkoylamasına bir yöntem olarakbaşvurulması ilk kez getirildi.

Daha da ötesi, anayasa değişikliğinde halkoylamasına gidildiğinde, halkoylamasına katılanların salt çoğunluğunun kabul oyu da yeter görüldü.

12 Eylülün yarattığı engellerden kurtulma durumu düşünülünce, anayasa değişikliğinde halkoylaması öngörülmesi ve bunun da basit çoğunlukla söz konusu olabilmesi kuralının getirilmesisnin, gelecekte yaratabileceği sonuçları üzerinde ciddi anlamda durulmadı.

O dönemde önemli olan 12 Eylülün antidemokratik yasaklarından kurtulmaktı.

Yapılan halkoylamasında %93 katılım sağlandı ve katılanların %50,2 evet oyu ile de siyasi yasaklar kaldırıldı.

12 Eylül yasaklarından kurtulmak adına 1987 yılındaki anayasa değişikliklerinde ilk kez açılan halkoylaması yolu ve bu konudaki düzenleme, bir daha tartışma konusu olmadan öylece anayasada kalıverdi.

TBMM’deki değişiklik konusundaki oylamada ortaya çıkan nitelikli çoğunluk sonrasında halkoylamasına gidilmesi karşısında da, halkoylamasında ayrıca nitelikli bir çoğunluk aranmasında ısrarcı da olunmadı.

Oysa TBMM’deki nitelikli çoğunluğu, 12 Eylül modeli parti yapılanmaları nedeniyle bir kaç parti başkanının anlaşması ile elde etmek kolaydı.

16 Nisan için de karşılaşılan durum bu şekilde idi.

16 Nisan değişikliği için TBMM’de partilerin anlaşmasını ve TBMM’de nitelikli çoğunluğun ortaya çıkmasını sağlayan, partilerin hala daha 12 Eylül modeli yapılanmış olmaları yani tepeden, genel başkanlar, tek adamlar üzerinden yürüyen siyaset anlayışı idi.

Bu durum, TBMM’deki nitelikli çoğunluk oranını anlamsız ve etkisiz de kılıyordu.

Bugün seçimler konusunda 12 Eylül döneminden kalan kuralları da gözetince, bu kurallar aşkın temsili esas almakla, seçimin ve siyasetin de 12 Eylül kurallarıyla yapıldığı bir ortamda, her türlü sömürü ile halk nezdinde %50 yi bulan bir parti, hiç uzlaşma yoluna gitmeden, bir anayasada istediği değişikliği yapabilir duruma sokuldu.

16 Nisanda yaşanılan durum da 12 Eylülün sivil halinden başka bir şey değildir.

Böyle olunca da 16 Nisan, 12 Eylülün sivil bir görünümüdür.

Daha da vahimi, artık tabanda % 50’yi bulan bir siyasi parti, TBMM’deki gerekli duyduğu kadar siyasi parti başkanına gerekli olan kadar ödün vererek, halkoylaması yolu ile kendi tabanı ile anayasa yapar duruma gelmiştir.

Darbelerde, tek adamlığı etkin kılmak için partiler kapatılırken, şimdi ise anayasa değişikliği sonrasında, 12 Eylül ürünü partiler üzerinden, tek adam yönetimi etkin kılınmıştır.

Tek adam, demokrasinin her türlü olanağını kullanarak adeta ülke yönetimine el koymuştur.

Siyasi yasakları kaldırmak için 1987 yılında getirilen halkoylaması, sonrasının nereye varacağı düşünülmeden öylece kalınca ve başka amaçlar için kullanınca, artık ülkeyi tek bir kişinin ve tek bir siyasi partinin vesayeti altına sokar olmuştur.

Erdoğan yeni sömürü konuları peşinde!

Erdoğan yabancı ülkelerde izne bağlı olmadan miting yapmak istemektedir.

Kendisine izin koşulu getirilmesini kınamakta, bundan mağduriyet yaratmaya çalışmaktadır.

Oysa Türkiye’de de yabancıların mitingleri izne bağlıdır.

Her ülke kendi vatandaşlarının mitingleri için bildirimde bulunulmasını yeterli görerek, izin koşulu aramıyor.

Yine her ülkede, yabancıların mitingleri ise kamu düzeni yönünden izne bağlı.

Bu Türkiye’de de böyle.

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının 3/2 nci maddesi, Türkiyede yabancıların mitingleri için açıkça izin koşulu getiriyor.

İHAS’nin 16 ncı maddesi de, yabancıların siyasi toplantılarının kısıtlanabileceğini ayrıca düzenlemektedir. Yine İHAS’a göre kamu düzeni, kamu güvenliği, ulusal güvenlik söz konusu olduğunda koşulları oluştuğunda, toplantıların sınırlanması da olanaklıdır.

Bu noktada Erdoğan’a sormak gerekiyor.

Ermenistan, İran, Irak, Kuzay Irak, Suriye, Yunanistan Cumhurbaşkanları, Başbakanları Türkiye’de izinsiz miting yapmaya kalksa ve bizi engelleyemezsiniz dese neler olur…

Hele Barzani 25 Eylül referandumu öncesi böyle bir duruma yeltense…

Ya da ABD, Fransa, Almanya, İngiltere yetkilileri aynı şeyleri dile getirse ve Türkiye’de Diyarbakır veya Ankara Kızılay ya da İstanbul Taksim meydanında izinsiz miting yapmaya kalksalar, bu durum; egemenlik haklarına saldırı ya da fiilen işgal durumu değil midir…

Erdoğan’ın yurtdışında miting yapma isteklerinin izne bağlanamayacağı yolundaki düşünceleri hukuken kabul edilebilir değildir ve kamuoyu önünde sömürü yaratma, mağduriyet algısı oluşturma amaçlıdır.